AKRA FM Cuma Sohbeti

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

3 Aralık 1999

RAMAZANA GİRERKEN

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyenleri! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Cenâb-ı hak Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri dünyada ve ahirette sizleri sevindirsin, aziz ve bahtiyar eylesin...

Bugünden sonra bir dahaki cumaya gelmeden önce çok büyük bir olay ile karşılaşıyoruz. Ramazan ayı, onbir ayın sultanı Ramazan perşembe günü geliyor. Perşembe günü biz oruç tutmuş oluyoruz. Çarşamba gününden teravih namazını kılıp, çarşambayı perşembeye bağlayan gece de sahura kalkıp, perşembe günü oruçlu oluyoruz. Bir dahaki cumaya artık Ramazan ayının ilk cumasını kılmış olacağız. Allah sağlık afiyetle eriştirsin... Bu güzel aydan istifade etmeyi nasîb eylesin...

Tabii, Ramazandan önce ben bu konuşmayı yapmış olduğum için, "Acaba Ramazandan önce ikaz ve ihtar bakımından değer taşıyan ne söyleyebilirim kardeşlerime?" diye düşündüm.

Bir kere lütfen kardeşlerimiz Ramazan gelinceye kadar Ramazanla ilgili kitapları, veyahut hadis kitaplarında, fıkıh kitaplarında Ramazanla ilgili bölümleri okusunlar, Ramazana hazırlıklı girmiş olsunlar. Bilerek, şuurlu ve incelikleri kavramış, öğrenmiş olarak girsinler. Çünkü insan bilerek yaptığı zaman, adabına, usûlüne, erkânına uyduğu zaman bu güzel aydan a'zamî istifadeyi yapar.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bütün ömrümüzü, bütün faaliyetlerimizi, âdâbına erkânına uygun, rızasına yönelik, rızasına kazanmaya vesile olacak mükemmellikte yapmayı cümlemize nasîb eylesin...

a. Rahmet ve Bereket Ayı

Tabii siz okuyacaksınız bu arada, Ramazan gelinceye kadar; bu güzel ayın ibadetleri nasıl olacaksa, incelikleri nelerse onları öğrenmeğe çalışacaksınız. Ben de bu münasebetle, bu sabahki cuma sohbetimde, size Ramazanla ilgili üç hadis-i şerif okumak istiyorum.

Birinci hadis-i şerif şöyle:

(Enne rasûlallàhi SAS kàle yevmen ve hadara ramadân: Etâküm ramadànu şehru bereketin yağşâkümüllàhu fîhi feyünzilür-rahmeh, ve yehuttul-hatâyâ, ve yestecîbü fîhid-duâ', yenzurullàhu teàlâ ilâ tenâfüsiküm fîh, ve yübâhî biküm melâiketehû, feeddullàhe min enfüsiküm hayrâ, feinneş-şakıyye men hurime fîhi rahmetellàhi azze ve celle) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Hadis alimi Taberânî kitabında rivayet etmiş. Ravileri güvenilir kimselerdir buyurmuş Ubâdetübnü Sâmit RA'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz SAS Ramazan geldiği zaman hitab etmiş, buyurmuş ki ümmetine:

(Etâküm ramadàn) "Ramazan geldi." Demek ki ilk günlerinde konuşmuş, geldi dediğine göre... Geliyor demiyor, gelmiş buyuruyor. Râvînin (ve hadara ramadànü) "Ramazan gelmişken" sözü de gösteriyor.

(Şehru beraketin) Ramazan nasıl bir ay?.. Bereket ayı... Yâni zamanın bereketlendiği, ibadetlerin sevaplarının bereketlendiği, evin bereketlendiği, sofraların bereketlendiği; dükkânların, kasaların, keselerin bereketlendiği ve her şeyin güzelleştiği bir mânevî, güzel zaman dilimi. Mübarek bir ay.

(Yağşâkümüllàhu fîhi) "Bu ayın içinde Cenâb-ı Hak sizi kuşatır, gaşyeder, kaplar, örter." Gaşiye-yağşâ, örtmek demek. (feyünzilür-rahmeh) "Ve rahmetini indirir." Cenâb-ı Hak kullarına teveccüh buyuruyor ve rahmetini indiriyor. Tabii, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine mazhar olmak çok büyük bir olay. Bu ayın hürmetine, bu zamanın bereketine bunu lütfediyor.

(Ve yehuttul-hatâyâ) Hatta-yehuttu, koymak demek. "Hatâları günahları affeder, bir kenara koyar, döker." Yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi, Cenâb-ı Hak kulu günahlardan pâk eder, temizler.

(Ve yestecîbü fîhid-duâ') "Ve bu ayda duayı kabul eder." O kadar ihtiyacımız var ki, o kadar çok şeylere muhtacız ki, o kadar çok dua etmeliyiz ki... Dua biliyorsunuz ibadettir, ibadetin hasıdır, özüdür, iliğidir. Çok şeylere dua etmemiz lâzım! Kendimize, ülkemize, çevremize, müslüman kardeşlerimize, yakınlarımıza, dostlarımıza, nâdânlara, yârânlara, bilene, bilmeyene, bilip cahillik edene; dost olup da kuyumuzu kazana, düşman olup da mezarımızı kazana karşı, yapılacak çok dua var. Dua da ibadet... Mühim olan tabii, duanın kabul olması. Cenâb-ı Hak bu ayda duayı kabul eder, oruçlunun duasını kabul eder. Ne kadar güzel bir fırsat doğuyor.

(Yenzurullàhu teàlâ ilâ tenâfüsiküm fîh) "Cenâb-ı Hak Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri bu ayda sizin gayretinize, ibadete şevkle koşuşmanıza, birbinizden etkilenerek ibadet yarışına girişmenize nazar eyler. (Ve yübâhî biküm melâiketehû) Sizinle meleklerine öğünür."

"Bakın kullarıma!" diye artık ne buyurursa; "Bu kullarım şehvetlerini bıraktılar, yemeklerini bıraktılar, içmelerini bıraktılar. Benim rızam için, bilerek kendilerini bunlardan mahrum ediyorlar."

Tabii bunun çok faydaları var. Orucun o kadar çok kıymeti, o kadar çok maddî ve sıhhî faydaları var ki, o kadar çok ailevî ve ictimâî faydaları var ki, o kadar çok bedenî, rûhî, aklî faydaları var ki, saya saya saatler geçer ama, faydalar bitmez. O kadar çok...

Ama Cenâb-ı Hak gene bu oruç tutanların, bu oruçtaki gayretlerine, şevklerine, yarışlarına, birbirleriyle âdetâ sevap yarışına girişmelerine nazar eyler ve meleklerine öğünür. Öğer, iftihar eder, mübâhat eyler.

(Feeddullàhe min enfüsiküm hayrâ) "O halde siz de bu ayda Cenâb-ı Hakk'a karşı görevlerinizi yerine getiriniz! Siz de Allah'a karşı hayırlı ibadetler yaparak, hayırlı kulluk yaparak, kulluk borcunuzu edâ ediniz!"

Çünkü Cenâb-ı Hak bu kadar lütfediyor, bu kadar rahmeyliyor, meleklerine öğüyor... O halde siz de Cenâb-ı Hakk'a karşı kulluk vazifelerinizi edâ eyleyiniz, ödeyiniz. Eddû, ödeyiniz mânâsına.

Sonra buyuruyor ki Peygamber SAS Efendimiz: (Feinneş-şakıyye men hurime fîhi rahmetellàhi azze ve celle)

Şimdi insanlar iki zümre... Allah'a mutî olup Allah yolunda yürüyen insanlar, bunlara saîd deniliyor. Saadet ehli ama, bizim anladığımız sevinme, mutluluk mânâsına değil; Allah'ın istediği yolda yürüyen, sırât-ı müstakîmde yürüyen itaatli kullar demek. Saîd bu... Gerçekten de böyle hareket edince, dünya ve ahiret saadetine eriyor.

Onun için, böyle doğru yolda dosdoğru gidene saîd derler. Günahlara dalıp, âsî mücrim olanlara da şakî derler. Şakînin çoğulu eşkıyâ geliyor, saîdin çoğulu süedâ geliyor. Saîd saadet masdarından, şakî şekàvet masdarından.

Eğer bir kimse bu ayda Cenâb-ı Hakk'a kulluk görevini güzel yapmıyorsa, o kimseye şakî diyoruz. (Men hurime fîhi rahmetellàhi azze ve celle) "Pek aziz olan, son derece aziz, sonsuz derecede izzet sahibi, sonsuz celâl sahibi Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rahmetinden bir kimse bu ayda mahrum kalmışsa, işte o asıl şakîdir. Asıl şakî, asıl eşkıyâ, asıl şekàvet ehli, asıl bahtsız, asıl mücrim, bu aydan istifade edemeyendir." buyuruyor.

Bu çok önemli... Bu aydan istifade etmeğe, bu ayda şakî sınıfından olmamağa gayret etmek lâzım!..

Tabii geçtiğimiz Şa'ban ayının ondördünü onbeşine bağlayan gece, [berat gecesi] bir insanın said mi şakî mi olacağı belli oluyordu. O zaman asıl dua edecekti. "Aman yâ Rabbi, benim adımı şakîler defterine yazmışsan, sil ordan; saîdler defterine kaydet!.. Önümüzdeki Şa'bana kadar, ben sana âsî mücrim bir yıl geçirmeyeyim; sana itaatli, güzel bir ömür geçireyim..." diye dua edecekti.

Tabii Recebler geçiyor, Şa'banlar geçiyor, Regàibler geçiyor, Beratlar geçiyor; istifade eden ediyor, edemeyen edemiyor.

"Ama asıl Ramazandan eli boş çıkıyorsa bir insan, işte Allah'ın rahmetine eremeyen o kişiler, asıl şakî onlardır." buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz.

Onun için çok önem veriyorum, çok önemli olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum: Bu ayda mutlaka ve mutlaka Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine ermek, rızasını kazanmak için çok büyük gayret göstermeliyiz.

İkinci hadis-i şerifi Ahmed ibn-i Hanbel, Bezzaz, Beyhàkî, Ebuş-Şeyh ve İbn-i Hibban rivâyet etmiş. Et-Tergîb'de var, diğer kaynaklarda var. Ebû Hüreyre RA'dan rivayet olunmuş ki:

(Kàle Rasûlullah SAS:) Peygamber SAS buyurdu ki: "U'tıyet ümmetî hamse hısàlin fî ramadân) "Ümmetime Ramazan'da beş tane özellik, beş tane ikram, beş tane ilâhî lütuf bahşedildi. (Lem tu'tahünne ümmetün kablehüm) Daha önce geçmiş olan ümmetlere. daha önceki peygamberlere tâbî milletlere verilmemiş olan beş tane büyük, müstesnâ, hediye, ikram, bu ayda ümmet-i Muhammed'e verildi. Peygamber Efendimiz'in ümmetine Cenâb-ı Hak verdi."

1. (Halûfü femis-sàimi atyebu indallàhi min rîhil-misk) Oruçluyu Allah seviyor. Bir de oruçlu tabii ağzı boş olunca, fırçalamıyor da... Zâten macunla fırçalamak doğru değil oruçluyken. Misvaklanma da öğleye kadar olabiliyor. Misvakta macun filân yok, sadece dişin fırçalanması olayı var. Macunsuz fırçalama da misvaklanma gibi olabilir ama, macun olmaz oruçlu iken... Çünkü o bir maddedir, ağızdan içeriye lezzeti, tadı, damlası gittiği zaman oruç bozulur. O olmaz.

Ama öğleden sonra misvaklanmak da mekruh oluyor. Ağzı kuru olduğu için, boş olduğu için, bir şey yemediği için; ordaki bakterilerin faaliyetinden, maddelerin çözümlenmesinden, dişlerin arasındaki bulaşıklar, çıkamayan kalıntıların bozulmasından, ağızda bir koku, acılaşma olur.

Buna halûf deniliyor. Bir çeşit koku ama, nâhoş koku... İnsan yaklaşsa, koku nâhoş... Nâhoş ama, bize göre tatsız bir koku ama, "Cenâb-ı Hakk'ın indinde oruçlunun ağız kokusu, misk kokusundan daha hoştur, daha güzeldir." Yâni Cenâb-ı Hak onu güzel kabul ediyor ve güzel olarak değerlendiriyor. Oruçlu kulunun ağzının o çirkin kokusunu seviyor. O oruçtan dolayı olmuş bur durum olduğu için, Cenâb-ı Hakk'ın indinde o koku misk kokusundan daha kıymetli bir koku oluyor.

Halbuki İslâm dini temizliği emrediyor, tırnakları kesmeyi, kılları izale etmeyi, koltukaltlarını temizlemeyi, sünnet olmayı emrediyor. Yıkanmayı, guslü emrediyor, abdest almayı emrediyor. Güzel koku sürmek sünnet; Peygamber Efendimiz sürdüğü için, biz de güzel kokuları sürüyoruz. Yıkanıyoruz, taranıyoruz, donanıyoruz. Melekler güzel kokuyu seviyor, camiye giderken güzel kokular sürünmek lâzım!.. Ama oruçlunun ağzının o kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha kıymetli...

Bu bir pâye, bir özellik... Bizim ümmetimize Cenâb-ı Hakk'ın verdiğini, Peygamber Efendimiz bildiriyor.

Sonra:

2. (Ve testağfirû lehümül-hîtânü hattâ yuftırû) "Bu ayda oruç tutan ümmet-i Muhammed'in abidlerine, oruçlularına denizdeki balıklar tevbe ve istiğfar ederler."

Niye denizdeki balıklar buyurmuş Peygamber SAS Efendimiz?.. Biz karada yaşıyoruz, toprakta yaşıyoruz. Bizden uzakta, ayrı bir alem olan deniz-derya alemindeki balıkların, bizimle doğrudan doğruya bir menfaat ilişkisi de yok... Hani çevremizdeki kuzu, koyun, tavuk, horoz gibi hayvanlara bakıyoruz, saman veriyoruz, dane veriyoruz, besliyoruz... Öyle bir durum da yok. Ama denizdeki balıklar bile, "Affet yâ Rabbi bu oruçluları!" diye dua eder.

Bu bir özellik. Yâni sudaki balıklar bile bizi sevmeye başlıyor, bizim tarafımızdan olur ve bizim için Cenâb-ı Hakk'tan afv ü mağfiret diliyor.

--E peki, havadaki kuşlar, başka mahlûklar?..

Allahu a'lem, burda "Bütün varlıklar oruçluya dua ediyor, hattâ denizdeki balıklar bile..." gibi bir mânâ olmalı. İftar edinceye kadar oruçluya, "Affet yâ Rabbi bunu!" diye dua eder. Melekler de dua eder, balıklar da dua eder... Her şey oruçluyu seviyor.

3. (Ve yüzeyyinullahu azze ve celle külle yevmin cennetehû) "Ve pek aziz ve pek celîl olan Cenâb-ı Hak Teàlâ Hazretleri, her gün cenneti süsler." Ramazan dolayısıyla, ilâhî lütuflarıyla, zâten güzeller güzeli olan cenneti, kimbilir ne türlü güzelliklerle ayrıca Ramazan bereketine süsler.

(Sümme yekl:) Sonra buyurur ki: (Yûşikü ibâdiyes-sàlihûne en yülk anhümül-meûnete ve yasîrû ileyki) "Muhtemeldir ki, sàlih kullarım, belki dünya meşakkatleri üzerlerinden alınır da, belki sana gelirler de ey cennetim!" diye, Allah'ın emriyle cennet oruçlular için süslenir. Cenâb-ı Hak, belki sàlih kullarım gelirler diye cennetini süsler.

Tabii sàlih kullarından Ramazan içinde vefat edenler de olur, Ramazan'dan sonrakiler de olur. Ama o cennetin salih kullar için süslendiği, Allah tarafından tezyin edildiği; özel ikramlarla, Ramazana mahsus güzelliklerle güzelleştirildiği belirtiliyor.

Sonra:

4. (Ve tusaffedü fîhi meredetüş-şeyâtîn) "Şeytanların reisleri, azılıları, azgınları, şiddetlileri zincirlere vurulur Ramazanda..." Serbest olsalar, ne muzırlıklar yapacaklar. Onlar böyle zincirlere, bukağılara, halkalara, kelepçelere vurulur, bağlanır.

(Felâ yahlüs fîhi ilâ mâ kânû yahlusne ileyhi fî gayrihî) "Başka aylarda yapabildikleri şeytanlıkları, insanlara musallat olup da yaptıkları ayartmaları, kandırmaları bu ayda yapamazlar. Bağlandıkları için, zincirlere, demirlere, halkalara elleri, ayakları, a'zâları bend edildikleri için, başka aylarda yaptıkları faaliyetleri yapmağa imkân bulamazlar şeytanlar.

Yâni şer tarafı da durduruluyor. Artık daha kolay ibadet yapmak imkânı da çıkmış oluyor.

5. (Ve yuğferu lehüm fî âhiri leylihî) "Ve Ramazanın son gecesinde, oruçlular mağfiret olunur." dedi Peygamber Efendimiz.

Beş husus saydı: Birisi ağız kokusu Allah indinde misk kokusundan daha hoş gelmesi... Birisi balıkların bile, iftar edinceye kadar oruç tutanlar için tevbe ve istiğfar etmesi... Yakında kullarım gelir diye; dünya meşakkatleri üzerlerinden kaldırılır da gelirler, kavuşurlar diye cennetin bezenmesi, süslenmesi... Sonra şeytanların azılılarının, ileri gelenlerinin bağlanması, diğer aylardaki serbestliklerinin ellerinden alınması; diğer ayda yapabildiklerini bu ayda yapamamaları... Son gecede de bağışlanmaları... Beş tane.

Şimdi bu son gece meselesinde sahabe-i kiramdan sormuşlar:

(Kìle: Yâ Rasûlallah, e hiye leyletül-kadr?)

"--Yâ Rasûlallah! Bu son gece Kadir gecesi mi ki mağfiret olunuyor kullar?"

(Kàle: Lâ) Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

"--Hayır! (Ve lâkinnel-àmile innemâ yüveffâ ecruhû izâ kadà amelehû.) Kadir gecesi değil ama, bir işçi bir işte çalıştığı zaman, ecrini işini bitirdiği zaman alır. Ramazanın da son günü, artık oruç bitti, ertesi gün bayram namazı kılınacak; ibadet edenlere sanki para kazanmak için çalışan işçiler gibi, ücretliler gibi; nasıl onlar iş bittiği zaman paralarını alırlarsa, onun gibi...

Alnındaki teri daha kurumadan işçiye akşam ücretini vermek, Efendimiz'in tavsiyesi. Önceden konuşmak:

"--Bak sen şu işleri yapacaksın, ben sana şu kadar para vermek istiyorum, verebilirim, razı mısın?..

"--Razıyım!"

"--Buyur başla!.."

Önceden parayı tayin edecek, akşamleyin de alnındaki ter kurumadan, "Al kardeşim konuştuğumuz ücreti!" diyecek.

"Böyle ücreti çalışan işçinin akşam hemen aldığı gibi, Ramazan da biter bitmez, son gecede Cenâb-ı Hak onları bağışlar." buyuruyor. İşçinin alnını teri kurumadan, ücretinin verilmesine teşbih eyliyor. Ne kadar mübarek bir ay olduğunu gösteren hadîs-i şerifler...

c. Bir Gün Orucun Telâfîsi

Şimdi bir de işin öbür tarafını düşünelim. İbadet edenler bu sevapları alıyorlar da, ibadet etmezse ne olacak?.. Bir nebze de onu gösteren bir hadis-i şerifi seçtim size. Ebû Hüreyre RA'dan rivayet olunmuş, Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn-i Mâce, Dârimî, Buhàrî, Mişkàt ve bazı kitaplarda var bu hadis-i şerif. Hep, mümkün olduğu kadar, hiç itiraz vâki olamayacak sağlam rivayetleri size söylemek istiyorum ki, yanlışlık olmasın diye.

Şimdi bu sabahki sohbetimin sonuncu hadis-i şerifi. "Peygamber Efendimiz buyurdu ki:" diyor Ebû Hüreyre RA:

(Men eftara yevmen min ramadàn, min gayri ruhsatin ve lâ maradın, lem yukdıhî savmid-dehri küllihî ve in sàmehû.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

"Bir insan, Ramazanın bir gününde oruç tutamasa, yemek yese..." Buradaki eftara sözü bazan akşamleyin orucu bozmak için iftar sofrasında iftar etmek mânâsına gelir, bazan da orucu tutmamak mânâsına gelir. Burada bir gün iftar ederse diyor, bir gün Ramazan orucunu tutmazsa demek.

"Bir gün Ramazan orucunu bir kimse tutmazsa; (min gayri ruhsatin ve lâ maradin) bir ruhsat olmaksızın veya hastalık filân olmadan bir gün tutmazsa..."

Ruhsat nedir... Bir insan seyahate çıkmışsa, seyahatte orucu tutmamasına ruhsat var, müsaade var. Çünkü seyahat meşakkatlidir, sıkıntılıdır; dinçlik lâzım! Oruç tuttuğu zaman bayılacak, serilecek, gidemeyecek... Yolculuk ciddî bir iş. Şimdi kolaylaştı ama, ne kadar kolaylaşsa, gene de çeşit çeşit zorlukları oluyor. Yolculuk zor.

Şimdi bu zorluğa karşı, seferde olan, seferî olan, yolcu olan, Ramazanın içinde bile olsa, tutmamaya ruhsat sahibi oluyor. Allah ona ruhsat vermiş. Ama tutarsa, tabii daha iyi olur da, tutamayacak, veya sahura kalkamadı, başka zorluklar var; ruhsat var, tamam... Ya da hasta, yatakta, tutamadı; tutamaz, tamam.

Böyle bir ruhsat olmadan, bir hastalık bahis konusu olmadan, bir gün oruç tutmadı beyefendi...

--İşte bugün tutamayacağım!

--Ramazan...

--Ramazan ama, tutamayacağım, sonra tutarım.

Tutamadı. Ramazan orucu vaktinde tutulmazsa, biliyorsunuz kaza edilecek. Yâni borç kalıyor. Günü geçti, bitmez. Tutulmadığı zaman da, ileride gününe gün tutulması lâzım gelir. Kılınmayan namazlar da öyledir. Bir namaz kılınmadığı zaman, silinmez. Bir zaman gelecek, ille onu ödeyecek hayatında... Hayatında ödemezse, ahirette çok büyük cezalarla gene ödeyecek. Yâni ödememek diye bir şey yok; ama çok şiddetli cezalarla, çok korkunç sahnelerde, çok fecî şekilde olacak.

Onun için en iyisi, en akıllıcası, ibadetleri vaktinde yapmak, kazaya bırakmamak, sonradan ödenme durumuna bırakmamak...

Sonra savm-ı dehr tutsa... Savm-ı dehr ne demek?.. Bir insanın senenin bütün günlerini, hiç aksatmadan oruç tutması demek. Yâni eğer bir insan bütün sene oruç tutarsa, ona savm-ı dehr denir. Tabii bu mekruhtur, uygun görülmemiştir. Çünkü artık o zaman orucun anlamı kalmaz, oruca alışır vücut...

Bir gün tutup, bir gün tutmamak; Dâvud AS öyle yaparmış, ona savm-ı Dâvûdî deniliyor. Ramazanın dışında da insanların, Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği çeşitli oruçlar tutma imkânları var.

Dâvud AS bir gün tutar, bir gün tutmazmış. Senenin yarısı, 170 gün oruç tutuyor meselâ... Öyle değil de, bütün sene oruç tutmuş olsa bile bir insan, onu karşılayamaz.

Kaçan kaçtı mı, onu telâfi etmenin imkânı yok.

Yanlış hatırlamıyorsam, evliyâullah fakih alimlerden bir tanesi, bir vakit namazına camiye yetişemiyor da, evde kılınan namaz ile camide kılınan namaz arasında 27 derece fark var. 27 kat daha fazla camide namaz kılmak... Eğer cuma namazı kılınan bir büyük camide gider kılarsa, o zaman 50 kat sevap... Bunları muhtelif vesilelerle sizlere sohbetlerimde hep anlatmıştım.

Kılamamış, cemaate yetişememiş, evinde 27 defa o namazı kılmış. Meselâ, diyelim ki öğle namazına gitti, namazı kılmışlar, kaçırdı. Eyvah... 27 defa o namazı kılmış. Evet camide namaz kılmak, evde kılmaktan 27 kat daha sevaplı ama; sonra rüyada görmüş ki, kendisi atlı, birtakım atlılar var, yarışıyor... Ama ne kadar yarışmışsa, geçememiş. Demişler ki:

"--Bu öndekiler cemaatle namaz kılanlar, evde 27 defa kılarak sen de yetişmeğe çalışıyorsun ama, bak onlara yetişemiyorsun!"

Yâni yine de yetişilmiyor. Onun için ibadetleri vaktinde yapmak lâzım!

Şimdi aziz ve muhterem kardeşlerim, Allah cümlemize sıhhat afiyet versin... Meselâ bende de, benim tanıdığım bazı kardeşlerimde de bazı rahatsızlıklar var. Şimdi bazıları bu rahatsızlıkları, şöyle küçük bir işaret gördüler mi, birilerinden duydular mı, bahane edip orucu tutmamak tarafına kayıyorlar. Halbuki, böyle sevaplı şeyleri aşk ile, şevk ile yapmağa çalışmak lâzım!.. Bahane arayıp kaçmağa çalışıyor.

Bir kere bu zihniyet yanlış... İbadetleri sevmek lâzım! Mükâfâtlarını niçin söylüyoruz?.. Bu kadar güzel ibadetler sevilsin diye, seve seve yapılsın diye... Aşk ile, şevk ile yapıldı mı, mükâfâtı var. İstemeye istemeye yapıldı mı, olmaz.

Münafıklar için buyuruyor ki Cenâb-ı Hak:

(Ve izâ kàmû iles-salâti kàmû küsâlâ) "Namaza kalktıkları zaman, ezana, camiye geldikleri zaman, yerlerinden kalktıkları zaman tenbellene tenbellene kalkarlar." Neden?.. Münafık, dinin tadına varamamış, imanı çürük, nefsi kuvvetli, zihniyeti bozuk, kalbi kasvetli, paslı; onun için anlayamıyor. Halbuki Peygamber Efendimiz namaz için, "Gözümün bebeği, gözümün nuru..." diyor.

(Kurretü aynî fis-salâh) "Gözümün şenliği namazda..." buyuruyor.

Namazı sevemiyor bir insan, namazı zor kılıyor; demek ki hastalık var... Hastalık var ki sevemiyor. Hani bazan insan hasta oluyor da, en güzel tatlıyı çıkartıyorsunuz, ikram ediyorsunuz; "Hiç tadını alamadım, herhalde hasta olduğumdan ağzım acı!" diyor.

Hasta oldu mu bir insan, güzel ibadetlerin tadını, zevkini alamıyor, kaçmağa çalışıyor. Öyle olmamalı! Bir kere ibadetleri sevmeğe çalışmalı... Sevmeyen kim?.. İnsanın içinde ikinci bir varlık... "Bir ben vardır bende benden içeru" dediği gibi Yunus'un. İnsanın içinde nefsi var. Nefsi sevmez.

Şeytan nefsi kışkırtır: "Boş ver!" der, "Yapma!" der. Şimdi bu oruç Allah'ın çok sevdiği bir ibadet olduğundan, sevabını da Cenâb-ı Hak vereceğinden, kat kat vereceğinden;

(İnnemâ yüveffes-sàbirûne ecrahüm bigayri hisâb) Sabredenlere mükâfatları hesapsız miktarda çok verileceğinden; şeytan tabii ademoğlunun, biz insanların Allah'ın rızasını kazanıp cennete girmesini istemiyor. Faaliyeti o, işi o...

Şimdi iyi bir şeyi yaptırmamak ana hedeflerinden birisi... Şeytan insana iyi bir şeyi yaptırmak istemez, yaptırmamağa çalışır. İlle yapacaksa, bozuk yaptırmağa çalışır, tehir ettirmeğe çalışır, sevabını kaçırttırmağa çalışır... O ibadetin afetleri neyse; riya, gösteriş, ücub vs. onların birisine ulaştırmağa çalışır.

Orucu da tutturmamağa çalışabilir. Sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, aman şeytanın oyununa gelmeyin! Oruç tutunca insan sıhhat kazanır. Çok ağır şeker hastası, talebem var, hoca kardeş, iğne ile duruyor. Ona göre ayarını yapıyor, iğnesini yapıyor, yine orucunu tutuyor. Kaç senedir tutuyor, gözümün önünde tutuyor.

Olur. Doktorlar, "Tutmayabilirsin, hastasın." dediği zaman, hemen o bahaneyi değerlendirip ibadetten kaçmamak lâzım!

Bir de doktorundan doktoruna fark var. Bazı doktor imanı olmadığı için, önemsemediği için, günah olan şeyi bile tavsiye edebiliyor. Bir de diyor ki:

"--Sen onu yap, günahı varsa benim!"

Bu söz yeni bir söz değil. "Siz günahı işleyin, vebalini biz yüklenelim!" demişler. Kur'an-ı Kerim'de, eski kâfirlerin de böyle dedikleri yazılı.

--Ne olacak, ötekisinin günahını yüklenir mi?..

Hayır, onun günahı yine ona kalır, ama bu onun günahını yüklenmek teklifinde bulunduğu için, onun günahı kadar günah buna ayrıca yüklenir. Böyle bir söz, çok tehlikeli bir söz. Çünkü başkasının işlediği bir günahın, hem onun üstünden yük gibi alınması mümkün değildir, o onda yine kalır; hem de bir misli de böyle bir sözü sarfedene verilir.

Şimdi bazıları diyor ki:

"--İçki iç canlanırsın... Kanyak iç, dinçlik gelir. Flört et, ruhsal sıkıntıların geçer. Oruç tuma, aman şöyle olursun!.. Aman paranı verme, fakir düşersin!.."

İslâm öyle demiyor. İslâm, "Sadaka ver, zekât ver, hayır ver Allah kat kat fazlasını verir." diyor. Peygamber Efendimiz:

"--Vallàhi zekâttan, sadaka vermekten insanın malı azalmaz." diyor.

İşte o, peygamberâne bir söz! İlâhî hikmetleri bilen salâhiyetli kimse öyle söylüyor. Dünya gözüyle bektiğin zaman öyle değil ama, o doğru...

"--Oruç tutma hasta olursun..."

Hayır, oruç tut, sıhhat bulursun!.. Birçok hastalıkların şifası oruçtadır. Zekâtını ver, malın artar, korunur. Evin zelzelede yıkılmaz, çoluk çocuğun hayırlı olur. Gam, keder, üzüntü gelmez. Az sadaka çok belâyı def eder. Bunları büyüklerimiz söylemişler

Yâni, bir ilâhî mü'min mantığı var; bir de münkirin inançsızın, azılı dinsizin, dünyaya tapan, sadece dünyayı düşünen insanların mantığı var; maddeci mantık, materyalist, ateist mantık... Tabii bu ikisi birbirine zıt, imtihan burda...

Birisinde görünmüyor, "Allah şunları şunları verecek!" deniliyor. Mâneviyat gözüyle, basîreti açık olan görüyor da; deneyen de o güzel sonuçları elde ediyor da, ilk başta acaba diyenler de, cayanlar da olabiliyor.

Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, bir gün bile kaçırmamağa gayret edin Ramazandan! Çünkü bir gününün bile telâfisi, bir sene oruç tutsanız mümkün olmayacak. Oruçları güzelce tutalım!

Ama kitapları okuyalım! Bakın üç tane okudum, ne kadar kıymetli bilgiler var. Daha başka elinizdeki, kütüphanenizdeki hadis kitaplarının Ramazan bölümlerini okuyun! Tefsir kitaplarının, fıkıh kitaplarının o bölümlerini okuyun! Bakın ne kadar daha incelikler var bilmediğiniz, unuttuğunuz, öğrendiğiniz zaman sevineceğiniz.

Öğrenin ve ibadetleri güzel yapmağa çalışın! Şu Ramazan, sebeb-i fevz ü felâhınız olsun, necâtınıza sebep olsun... Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine erenlerden olun, süedâdan olun!

İki cihandanda Cenâb-ı Hak aziz ve bahtiyar eylesin, yüzünüzü güldürsün, sevindirsin cümlenizi... Bizi de duadan unutmayın!

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtüh!..

03. 12. 1999 - AVUSTRALYA