20 Ağustos 1999 AKRA FM Cuma Sohbeti

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

-----------------------------------

ALLAH'I ZİKRETMENİN FAYDASI

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyenleri! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun!..

Hepinize bütün milletimize başsağlığı diliyorum. Çok büyük bir âfetle, felâketle başbaşa bulunuyor milletimiz. Allah vefat edenlere rahmet eylesin... Hadis-i şeriflerde müjde var; ölüm şekilleri böyle duvar devrilmesi, duvar altında kalmak şeklinde olunca, Cenâb-ı Hak onlara şehid sevapları veriyor. Allah vefat eden kardeşlerimize şehid sevapları ihsan etsin... Kalanlara sabr-ı cemîl, ecr-i cezîller ihsân eylesin...

Ümitli bir nokta şu ki hâlâ bugün, dikkatle tâkip ediyoruz, ulaşılabilen bazı kimseler, göçük altlarından canlı olarak çıkartılabiliyor. İnşaallah pek çok kimsenin kurtulduğunun müjdesini alırız.

Vakıftaki kardeşlerimiz fedâkârca çalışıyorlar, koşturuyorlar. Radyomuz da hizmetindedir halkımızın, kardeşlerimizin. Radyoya telefon ederek yardım istesinler. Vakfımız düzenledikleri yardımları, jeneratör, daha başka gerekli araç gereç ve malzemeleri ulaştırmaya çalışıyor. Tıbbî hizmetleri yapmak üzere Sağlık Vakfı'ndan kardeşlerimiz de faaliyetteler. Allah hepsinden râzı olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri başka elem, keder göstermesin...

a. Zikir Allah'ın Azabından Kurtarır

Bu akşamki bir hadis-i şerifi konuyla biraz ilgili olarak nakletmek istiyorum. Ahmed ibn-i Hanbel, Hanbelî mezhebinin imamı önderi, büyük müctehid, büyük muhaddis, aynı zamanda çok kıymetli bir hadis kitabı yazmış Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel diye tanınan. Onun kitabında Muaz RA'den rivayet edilmiş. Konumuzla ilgili olduğu için bu hadis-i şerifle başlamak istiyorum bu akşamki sohbetime. Buyuruyor ki Efendimiz SAS:

RE. 376/8 (Mâ amile âdemiyyün amelen encâ lehû min azâbillâhi min zikrillâh. Kàlû: Ve lel-cihâdü fî sebîlillâh? Kàle: Ve lel-cihâd, illâ en tadribe biseyfike hattâ yenkatıa sümme tadribe hattâ yenkatı') Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kal.

Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifinde buyurmuşlar ki:

(Mâ amile âdemiyyün amelen encâ lehû min azâbillâh) "Âdemînin işlediği amellerden, onu Allah'ın azabından daha güzel koruyacak zikrullahtan daha değerli bir amel, fiil, icraat yoktur." buyuruyor Efendimiz.

(Mâ amile) İşlemedi. (âdemiyyün) Hazret-i Âdem'in evlâdından olan bir Âdemî, yâni bir insan, bir mü'min, (amelen encâ lehû min azâbillâh) onu Allah'ın azabından daha çok kurtarıcı bir amel işlemedi. (Min zikrillâhi) Allah'ı zikretmek, zikrullahtan daha kurtarıcı başka bir amel yoktur, işlemiş olamaz. İşlediği amellerin en çok Allah'ın azabından kurtarıcı olanı zikrullahtır." demiş oluyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri mü'min kullarını mükâfatlandırır, suçlu kullarını da cezâlandırır. Allah'ın azabından kurtulmak için de, insanın tabii bir şeyler yapması lâzım, sevaplı işler yapması lâzım! Allah'ın sevdiği, razı olduğu, ahlâka, âdâba, dîne, imâna, takvâya uygun işler yapması lâzım! Tabii bunların da çeşit çeşit dereceleri var, çeşitler var. Sevapları farklı...

Meselâ az sadaka çok belâyı def ediyor. Bu da günümüzle, sorunlarımızla, karşılaştığımız âfetlerle ilgili bir şey. Sadaka vermek önemli. Sonra helâl lokma yemek çok önemli. Harama bulaşmamak çok önemli. Harama bulaştığı zaman cezâ alıyor, helâl yediği zaman korunuyor.

Allah rahmet eylesin, Kapalı Çarşı'da bir patikçi, ihvânımızdan çok takvâ ehli bir zât vardı. Nur içinde yatsın, makâmı a'lâ olsun, Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin... Kapalı çarşıda yangın çıkınca demişler ki:

"--Kapalı çarşıda yangın çıktı, senin de dükkânın orda..."

Demiş ki:

"--Biliyorum, duydum yangını da. Mevlâm bilir, tabii Allah'ın takdiri neyse o olur. Kadere boyun eğmesi lâzım kulun. Vardır bir hikmeti. Ama, ben üzerime düşen vazifeleri aklımın erdiğince yaptım. Zekâtımı verdim, hayrımı hasenâtımı yaptım." demiş.

Ertesi gün bakmışlar ki, yangın tam onun dükkânına kadar gelmiş. Komşusunun dükkânını da yakmış, ama onunki kurtulmuş. Yâni helâl yolla kazanılırsa, o zaman Allah koruyor. Haram olunca cezâlandırıyor.

Ama bazen de Allah-u Teàlâ Hazretleri, bir âfeti umûmî olarak veriyor. Kötüleri cezâlandırmak için verdiği bir âfet esnâsında, iyi insanlar da vâdeleri yetmiş oluyor, vefat etmiş oluyorlar. Ahirette ayrılıyor. Yâni iyilerin artık ömrü o kadarmış, bir sebebi var, hikmeti var. Ahirette tabii onlar iyiliklerinin mükâfâtını görüyorlar. Kötüler de hem dünyada işledikleri kötülüklerin cezâsını çekmiş oluyorlar, hem de ahirette azâb görecekler.

Bu azâbdan kurtulmak için ne yapması lâzım insanın? Önce ilk adım nedir?.. Mü'min olmak. Önce imana gelmek. Eğer bir insan mü'minse, Allah'ın azabından eninde sonunda kurtulur. İmanlı ise, imana gelmişse, "Lâ ilâhe illallah" deyip Allah'ın varlığını, birliğini idrak etmişse

2000 yılı neydi? Bu arada gene tekrar hatırlatayım, perçinletmek için: 2000 yılını tevhid yılı ilan ettik. Herkes Lâ ilâhe illallah'ı bilecek, küfre, şirke sapmayacak. Küfürden, şirkten, yâni imansızlıktan, yanlış inançtan, müşriklikten, kâfirlikten kurtulacak. Kurtulmaları için biz de çalışmalarımızı, gayretlerimizi hızlandıracağız. İnşaallah Lâ ilâhe illallah bayrağını dünyanın her yerine yayacağız.

Allah'ın azabından kurtulması için insanın önce mü'min olması lâzım; bu bir. Yâni ahirette de azab var. Dünyadaki azab, dünyada felâketler, musîbetler, yâni bir musîbet ama nasıl olsa bir insan bir yerde ölecek. Ya bir hastalıktan ölecek. Meselâ tâundan ölenler şehid sayılıyor. Salgın geliyor, ölüyor. Eh, acıyoruz, üzülüyoruz ama, Allah'ın takdiri. Ama Allah o âfetten ölenleri büyük mükâfatla mükâfatlandırıyor. Taltif ediyor, telâfi ediyor. Öyle ihsân ediyor.

Sonra meselâ savaşta insan ölüyor, şehid oluyor, ama şehidlik çok yüksek bir mertebe... Yâni dünyadaki çok önemli değil. Asıl önemli olan ahiret azabından kurtulmak. Mü'min olunca ahiret azabından kurtuluyor.

Bir de tabii, azaptan kurtulmak için meselâ zekâtını vermek lâzım. Zekâtını verdi mi, malı kurtulur. Zekâtını vermedi mi, Kur'an-ı Kerim'de ayetler var, kıssalar var eski ümmetlerden; o zaman malına, bağına bahçesine, hurmalığına âfet geliyor. Çünkü sadakasını, hayrını, öşrünü, zekâtını vermemiş olduğu için Alllah onu cezâlandırıyor. Demek ki mü'min olacak, ibadetlerini yapacak, zekâtını, öşrünü verecek.

Şimdi millet zekâtı biliyor da öşrü uygulaması zayıf olabilir. Yâni bazıları uygulayamayabiliyorlar. Yâni bilmedikleri için uygulamama durumuna düşmüş olabilirler. Tabii ibadetlerini yapacak.

Sonra az sadaka çok belâyı def eder. Bir sadaka verdi mi, bir fakire, bir yoksula yardım etti mi, Allah başına gelecek bir felâketi savıyor başından. Korunuyor. Çeşitli böyle güzel işler var azaptan kurtulmak için...

(Mâ ameli âdemiyyün encâ lehû min azâbilllâh) Encâ ne demek? En çok kurtarıcı demek. Yâni nâcî kurtulan mânâsına geliyor, müncî kurtaran mânâsına geliyor, encâ en çok kurtaran. Yâni bu sıfatların ism-i tafdili oluyor o kelime.

İnsanın Allah'ın azabından kurtulmasına sebep olan, işlediği ameller içinde insanı en çok kurtaran nedir? (Encâ lehû min azâbillâh) Allah'ın azabından en çok kurtarıcı olan nedir? (Min zikrillâh) Allah'ın zikrinden daha çok kurtarıcı olan bir şeyi yok. En çok kurtaran zikrullahtır.

(Kàlû) Peygamber Efendimiz'den bu sözü işitenler sordurlar, dediler ki:

"--(Ve lel-cihâdü fî sebîlillâh) Allah yolunda cihad etmek de mi değil? Kurtarıcılıkta yâni en önde değil de, birincisi zikrullah mı? O da en önde değil mi, o daha kurtarıcı değil mi?"

Buyurdu ki Peygamber Efendimiz:

"--(Velel-cihâdu) Cihad da değil. (İllâ en tadribe biseyfike hattâ yenkatıa) Ancak kılıcını kırılıncaya kadar savaşta kullanır; (sümme tadribe hattâ yenkatıa) ondan sonra bir başka kılıç alıp, tekrar vurur vuruşur, gene kırılır. İşte bu kadar olursa o zaman sevabı olur."

Tabii savaş her zaman olmuyor. Olduğu zaman müslüman savaşa gider, cihada gider. Vazifesini yapar, görevinden kaçmaz. Ama savaş olmadığı zaman, işte elimizde güzel bir imkân var, kolaylık var: Zikrullah, Allah'ı anmak, Allah'ı zikretmek.

Biliyorsunuz, bazı kimseler zikrullahı çok tenkit ediyor. Zikredenlere çok yan bakıyor, yamuk bakıyor, ama işte öyle değil. Hadis-i şeriflerde görüyorsunuz, Allah'ı anmak neye sebep olur? Allah'a itaat etmeye sebep olur. Allah'ı anmak, zikretmek neye sebep olur? Allah'ı sevmeye götürür insanı. Sonuç itibariyle aşkullaha muhabbetullàha götürür. Allah'ın aşıklısı olan, sevgilisi olan, Allah'ı seven, muhibbi olan bir kul da ne olur? Hep Allah'ın sevdiği güzel işleri yapar, evliyâ olur. İşte hayatta, tarihte okuduğumuz, hayran olduğumuz kimseler gibi olur.

Meselâ, Allah âşıklarından, halkımızın en bildiği, baş tâcı ettiği, ilâhilerini dilinden düşürmediği Yunus Emre... Meselâ, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, aşkullahtan en çok bahseden insanlar... Onun için zikrullah çok önemli.

b. Zikrin Şekli

Sübhânallah demek, Elhamdü lillâh demek, Allahu ekber demek, Lâ ilâhe illallah demek, Estağfirullah el-azîm demek, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm demek, Hasbünallah demek, Hasbiyallah demek... Bunların hepsi zikirdir.

Yâni bir şekilde, Allah'ın bir lütfunu düşünerek bir söz söylemiş oluyor insan, bir sıfatını düşünerek... Lâ ilâhe illallah deyince, Allah'ın birliğini düşünmüş oluyor. Allah birdir, şerîki, nazîri yoktur, ortağı yoktur. İki değildir. Üç değildir. İkilik yok, üçlük yok, şirk yok. Politeizm yok, düalizm yok, ikileme yok, çok tanrıcılık yok. Ne var?.. Doğru olan Allah'ın birliğidir. Yeri göğü yaratan Rabbül-âlemîn birdir. Lâ ilâhe illallah birlik sıfatını ifâde eden bir kelime olmuş oluyor.

Ondan sonra Sübhânallah; Allah'ın her işinin hikmetli, güzel olduğunu, her sıfatının mükemmel olduğunu, Allah'ın her şeyinin en güzel olduğunu bildiriyor. Bu da çok önemli!

Elhamdü lillâh; Allah'ın nimetleri düşünüldüğü zaman söylenen bir söz. Allah'ın hamde, övülmeye, medhe en lâyık olduğu, her şeyinin övülecek, medhedilecek gibi olduğunu ifâde ediyor.

Hasbünallah veya hasbiyallah, Allah bize yeter, Allah bana kâfîdir mânâsına geliyor. Bu da tevekkeltü alellah gibi yâni, Allah'a dayanmayı ifade eden, tevekkülü ifade eden, Allah'ın güç kuvvet sahibi olduğunu gösteren bir söz oluyor. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh yine böyle bir söz oluyor. Bunların hepsi son derece kıymetli.

Doğrudan doğruya Allah'ın isimlerinden bir tanesi, Yâ Hayyu yâ Kayyûm! Yâ Lâtîf; ey lütuf sahibi! Yâ Erhamer-râhimîn; ey merhametlilerin en merhametlisi! Yâ Gaffarez-zunûb; ey günahları mağfiret eden! Yâ Settârel-uyûb; ey ayıpları örtüp setreden!.. Şu sıfatı, bu sıfatı söyleyerek, böyle "Ey Rabbimiz!.." diye böyle Allah'ın isimlerinden birisi söylenerek zikirler yapılabilir. Veyahut bütün bu mânâların hepsini ihtiva eden, içinde taşıyan Allah sözü söylenebilir, "Allah, Allah, Allah..." denilebilir. Bunlar zikrin çeşitleridir.

Kur'an okumak zikrin çeşitleridir. İnsan Kur'an'ı okudu mu zikrin en güzelini yapmış oluyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim Allah kelâmıdır. Baştan aşağı zikirdir. Hattâ Kur'an'ın isimlerinden bir tanesi de Zikir'dir.

Onun için Kur'an okumak, Kur'an okutmak, Kur'an kursları açmak, çocuklarını Kur'an kursuna göndermek, çocuklarına Kur'an okutmak, yazın çocukları Kur'an kurslarına gönderip hayırlı bir şekilde zaman geçirmesini temin etmek... Bunlar, hepsi zikrullahtır.

Namaz zikrullahtır. Camiye gidiyorsun, "Allahu ekber..." ezan okunuyor, kamet getiriliyor, namazın kendisi zikirdir. Namaz zikirdir. Camilerin çoğalması güzel bir şeydir.

Şimdi Türkiye'de "Camiler çok!" filân derler. Avustralya yeni bir kıta, 1800'lü yıllarda yerleşmeye başladılar Avrupalılar buralara. Her köşe başında bir tane kilise var. Yâni, bir de İngilizleri lâik derler, hatta ateist derler, dinsiz derler... Hiç de öyle değil. Hem Amerikalılar dindar, hem İngilizler dindar, hem Avustralyalılar dindar... Almanlar son derece dindar... Hatta bu kurdukları Avrupa Birliği bir katolik birliği. Yâni bayağı dînî duygularla işlerini yapıyorlar, gayet kesin. Son derece dindarlar.

Âdemî ne demek? Hazret-i Âdem'e mensub demek. Sonuna -î geldi mi bir şeye mensub demek oluyor. meselâ Konevî, Konya'ya mensub demek. Mekkî, Mekke'ye mensub demek. Medenî, Medine'ye mensub demek veya medeniyete mensub demek. Âdemî de Hazret-i Âdem'e mensub, yâni onun evlâdı demek. Biz hepimiz benî Âdem'iz, Âdemîyiz, Hazret-i Âdem'in torunlarıyız hepimiz. Âdemî, Allah'a karşı ibadetle mükellef bir yaratığı Allah'ın. Mükellefiyet yüklenmiş:

(İnnâ aradnel-emânete ales-semâvâti vel-ardı vel-cibâli feebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ fehamelehel-insân) Sorumluluğu yüklenmiş insanoğlu. "Ben mes'uliyet alırım, kulluğu yaparım!" demiş. Cenâb-ı Hak da ona kitap indirmiş, peygamber göndermiş, güzel kulluğu yapmasını buyurmuş. Allah'a itaat eden ecirleri sevapları alacak, mükâfata erecek, cennetlik olacak. Allah'a âsî olanlar da, imtihanı kaybettiği için cezâsı neyse, o cezayı çekecek.

İşte âdemoğlunun Allah'ın azabından kurtulmasına en çok sebep olan şey zikrullahtır. Bunlar daha çok azabdan kurtarıcı bir şey yoktur.

O halde ne olması lâzım?.. Kur'an kurslarının canlı olması lâzım! Çocuklarımıza Kur'an-ı Kerim'i öğretmemiz lâzım! Anneler çocuklarına evde öğretmeli, ondan sonra güzel öğrensinler diye hocaya göndermeli! Kur'an kurslarında, imam-hatip okullarında okumalı! Benim çocuklarım imam-hatip okullarında okudular ve sonunda da her türlü başka mesleğe geçme imkânı oldu. Çocuklar dînîni öğrenmiş oluyor. Yâni son derece güzel bir şey.

O bakımdan bunu devletin de kollaması lâzım! Milletvekillerinin de bu konuda yardımcı olması lâzım! Çünkü zikrullah Allah'ın azabından kurtarıyor. Zikrullah'ın kapılarını açmak, yollarını açmak, Allah'ın azabından koruyor. Zikrullah'ın yollarını tıkamak da tabii aksini tevlid eder, aksi sonuçları meydana getirir.

Onun için Cenâb-ı Hakk'ın Kur'an'ını öğrenmek, zikrini yapmak, Cenâb-ı Hakk'ı bilmek, Cenâb-ı Hakk'ı sevmek, Lâ ilâhe illâllah ehli olmak, tevhid ehli olmak, İslâm'a hizmet etmek, imana hizmet etmek, sonunda insanı mutluluğa götürür, Allah'ın azabından kurtarır. Hem dünyada, hem ahirette o kimse aziz, bahtiyar olur. Aksi de felâketlere sebep olur.

O bakımdan Rasûlüllah Efendimiz'in tavsiyelerine dikkat edelim! Cenâb-ı Hakk'ın zikrine sarılalım, namazlarımızı kılalım, ibadetlerimizi yapalım. İhmal etmeyelim. Yaz günleri insanlar gevşiyor. Yazlıklara gidiyorlar. Eğlenirken, gezerken çeşitli hatalar, kusurlar, günahlar olabiliyor. O günahlardan korunmak, sakınmak lâzım! Zikir vazifelerinden, namazından, niyazından, Kur'an'ından, kıraatinden geri durmaması lâzım! Hayrından sadakasından geri durmaması lâzım!..

Biz yazlıklarda sefâ sürerken bazı ülkelerde çatır çatır kâfirler müslümanlara ateş yağdırıyorlar ve müslümanlar sıkıntı çekiyorlar. Yiyecekleri yok, barınacak yerleri yok... Onlara yardımcı olmamız lâzım. Tabii hayır ve sadaka da çok belâyı def eder, insanları çok hayırlara erdirir, aziz ve muhterem kardeşlerim!

Birinci hadis-i şerif bu. Muaz RA rivayet etmiş. Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî ve diğer kaynaklar bu hadis-i şerifi zikretmişler. Râmûzül-Ehâdis kitabımızın 376. sayfasının 8. hadis-i şerifiydi bu.

c. Günahları Affettiren Bir Zikir

Bu hususta aynı diğer bir hadis-i şerif daha, o da Tirmizî'de "Sahih bir hadistir" diye kaydedilmiş. Ahmed ibn-i Hanbel de kaydetmiş. Abdullah ibn-i Amr ibnül-Âs RA'ten rivâyet edilmiş ki, bu hadis-i şerifin de metnini okuyalım, bu da konuyla ilgili:

RE. 376/5 (Mâ alel-ardı ehadün yeklü lâ ilâhe illallàh, vallàhu ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh, illâ küffiret anhu hatàyâhu ve lev kânet misle zebedil-bahr) Sadaka râsûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu hadis-i şerif de müjdeli bir hadis-i şeriftir. Bir bakıma kurtuluş yolunu gösteren, birinci hadis-i şerifi teyid eden bir yol gösteriyor bize. Diyor ki Peygamber Efendimiz SAS, Allah şefaatine erdirsin...

Allah-u teàlâ Hazretleri cümlemize imanla yaşayıp, imanla göçüp, huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasib etsin... Bu fâni dünya işte böyle, bazen bir gece yatıyor insan, sabah kalkamıyor. Bu göçük altında kalıp şehid olanlar var. Bir çokları bizim ihvanımız, kardeşlerimiz. Gölcük'ta, Adapazarı'nda ailece böyle şehid olanlar var. Kendisi kurtulup, ailenin bazı fertleri göçük altında kalanlar var. Fânî dünyanın imtihanları... Allah sabr-ı cemîl versin...

(Mâ alel-ardı ehadün) "Yeryüzünde bir kimse yoktur ki, (yeklü lâ ilâhe illallàh vallàhu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) şu sözleri söyler... Yâni şu sözleri söyleyen yeryüzünde hiçbir kimse yoktur ki, (illâ küffiret anhu hatàyâhu) onun günahları mağfiret olunmasın; yâni mutlaka mağfiret olunur. (Ve lev kânet misle zebedil-bahr) Denizin dalgalarının üstündeki köpüklerin sayısınca bile olsa, hataları günahları, afv ü mağfiret olur."

Ahmed ibn-i Hanbel rivayet etmiş, Tirmizî rivayet etmiş ve "Sahih hadistir." buyurmuş. İşte bu da bir zikir. Bakın birinci hadis-i şerifteki gibi. Yâni kişi ne diyecek? "Lâ ilâhe illallah; Allah var, şeriki nazîr yok, o tektir, birdir. Vallàhu ekber; Allah en büyüktür." Bazen millet coşuyor, şaşırıyor, sevdiği bir kimseye en büyük diyor. Bilmem falanca futbolcu veya artist veya sanatçı veya falanca veya filânca... "Falanca en büyük." Tabii en büyük derken neyi düşünüyor bilmiyoruz ama, işin doğrusu en büyük Allah'tır. Vallàhu ekber, Allah en büyüktür.

Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh; güç ve kuvvet ancak Allah'ladır, Allah'tandır. Allah dilerse olur, dilemezse olmaz. Allah korursa korur, korumazsa korumaz. Verirse verir, vermezse vermez. Yaşatırsa, yaşatır, yaşatmazsa yaşatmaz. Her şey ondan.

Binâen aleyh akıllı olan insan Allah'ın rızasını kazanmaya çalışır, sevgisini kazanmaya çalışır. Allah'la olmaya çalışır. Allah'ın sevdiği cephede, yerde, yönde olmaya çalışır.

Öyle olunca ne olurmuş? "Günahları denizleri köpükleri kadar bile olsa, affolunur." Dalgaları değil de... Dalgaların üstünde kaç tane köpük vardır. Bir dalga bir vurdu mu kaç tane köpük hâsıl olur. Dalgalar sayısızdır. Köpükler ondan da fazla sayısızdır. "O kadar çok günahı olsa bile, günahları mutlaka afv ü mağfiret olunur." diye bildiriyor Peygamber Efendimiz.

Demek ki bu sözleri mânâsını bile bile, çok çok söylemek lâzım. Demek ki zikir günahları affettiriyor, suçlarını bağışlattırıyor. Tabii kul kusursuz, hatasız olmaz. Bunu her zaman söylüyoruz. Herkes kendisini biliyor. Cenâb-ı Hak mutlaka işlediğimiz suçlardan dolayı bizi cezalandıracak olsa, hepimizi cezalandırabilir. Cenâb-ı Hak çoğunu affediyor. Büyük günahlarda çok ısrar edenleri cezalandırıyor.

Onun için ne yapmalıyız? Hatamızı anlayıp, cürmümüzü mu'terif olup, itiraf eyleyip, haddimizi bilip, boyun büküp, Cenâb-ı Hakk'tan, Cenâb-ı Mevlâ'dan afv ü mağfiret dilemeliyiz.

Burda da işte bir dileme şekli. Kim bu güzel sözleri söylerse... Neymiş bunlar: Lâ ilâhe illallàh, vallàhu ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh... Üç tane cümlecik. Hepimizin bildiği üç tane cümle. Lâ ilâhe ilallah'ı hepimiz biliyoruz, Vallàhu ekber'i hepimiz biliyoruz, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh'ı da hepimiz biliyoruz. Bilmediğimiz ne?.. Bunların mânâsının derinliğine inmek, şuuruna varmak, ona göre hareket etmek...

Lâ ilâhe illallah'ı biliyoruz; Allah'tan başka ilâh yoktur, ancak o vardır. Ama Allah'tan gayrıya bağlanıyoruz, Allah'tan gayrıya bel bağlıyoruz. Allah'tan gayrıya hizmet ediyoruz. Allah'a hizmet etmiyoruz, kulluk etmiyoruz... Olmaz! Lâ ilâhe illallah deyip böyle yapmak olmaz. Yâni Lâ ilâhe illallah sözünün gereği, Allah'a güzel kulluk yapmaktır.

Allahu ekber sözünün gereği de odur. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh, güç kuvvet Allah'tandır diye söylemenin gereği de... Bütün öteki mahlûkatın hepsi toplansa, zarar vermek istese zarar veremez. Ama kendisini çok güçlü hisseden Kàrunları, Nemrutları, Firavunları; koca azılı, azgın, sapkın, kendisini güçlü sanan insanları da Allah târumâr ediveriyor. Çünkü Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh, güç kuvvet Allah'tan.

Binâen aleyh, Allah'tan korkmak lâzım. Allah'a iyi kulluk etmek lâzım. Başkasına yaranmaya, dalkavukluk etmeye lüzum yok. Başkasına yanaşmaya lüzum yok. Allah'a güzel kulluk eden en hür insan olur. En vicdânen rahat insan olur ve en selâmette insan olur. Nasıl Nuh AS'ı kurtardıysa, nasıl Lût AS'ı Allah kurtardıysa öyle kurtarır. Onların kavimleri felâkete uğramıştı. Kavmi helâk olduğu halde, kurtarır. Nasıl Semud kavmi helâk olurken Sâlih AS'ı kurtardıysa, öyle kurtarır. Nasıl Firavun'un ordusunu denizde gark ederken, Mûsâ AS'ı ve yanındaki ashâbını kurtardıysa, öyle kurtarır. Nasıl Hûd AS'ı kurtardıysa, Âd kavminin helâk ettiyse... Bunlar hep Kur'an-ı Kerim'de bize misal olarak hatırlatılmış tarihî olaylar. Günümüzde de böyle olaylar dâimâ oluyor.

Onun için, aman dinimizin inceliklerini öğrenelim! Aman Allah'a güzel kulluk etmeye gayret edelim! Allah'ı sevelim, Allah'a sevilelim. Hani Yunus Emre, "Sevelim, sevilelim!" demiş şiirde. Tabii işin aslı, Yunus'un anladığı, anlattığı böyle materyalist, maddî, dünyevî bir sevişme değil; Allah tarafından sevilmek... Birbirimizi sevince, mü'minler kardeş olunca, Allah da onları seviyor tabii. O gibi derin, dînî mânâları var. Onlara çok dikkat etmek lâzım!

d. Dinde Fakih Olmak

Sayfanın başında bu sözlerimi teyid eden bir hadis-i şerif var. Onu da okumak istiyorum. Sohbetimi üç hadis-i şerifle bitirmek istiyorum. Çünkü telefonlar da bir hayli yüklü bugünlerde. Herkes canının, ciğerinin parçası bir yakınını arayıp hâlini, hatırını anlamak istiyor, sormak istiyor.

Ebû Hüreyre RA'den Hatîb-i Bağdâdî, Tayalisî, İbn-i Asâkir gibi, Hakîm gibi muhaddisler rivayet etmişler ki, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:

RE. 376/1 (Mâ ubidallàhe bişey'in efdale min fıkhin fid-dîn, ve lefakîhun vâhidün eşeddü aleş-şeytâni min elfi âbidin. Ve likülli şey'in imâdün ve imâdü hazed-dînil-fıkhu) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kàl, ve kemâ kàl.

Diyor ki Peygamber SAS:

(Mâ ubidallàhe bişey'in efdale min fıkhin fid-dîn) "Dinde fakihlikten, dinde anlayışlı, sezgili, bilgili, alim olmaktan daha güzel bir durumla ibadet edilemez. En güzel ibadet edilme şekli, dinin inceliklerini bilip, hareketlerini ona göre düzenlemektir. En güzel ibadet edilme, dini bilerek, dinin inceliklerini uygulayarak olur. Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne, dini iyi bilmekten daha güzel bir şekilde başka bir yolla ibadet edilmiş değildir. Ancak bu yolla ibadet edilir."

O halde dinimizi iyi bilmemiz lâzım! İnceliklerini bilmemiz lâzım, güzelliğini bilmemiz lâzım! Başka dinlerden üstünlüklerini, tarif edilmez ölçülemez derecedeki muazzamlığını, mükemmelliğini kavramak lâzım! Mücevherin kıymetini bilmek lâzım. Sahip olduğunun güzelliğini anlamak lâzım! Sahip olduğunun kıymetini bilmeyip de aldanmamak lâzım!

(Ve lefakîhun vâhidün eşeddü aleş-şeytâni min elfi âbidin) "Bir tek dini bilen bir alim insan, fakih insan, şeytana bin tane abidden daha dayanıklıdır, daha şiddetlidir, daha kök söktürtür. Şeytana karşı daha şiddetlidir, şeytanı daha çok sindirir." demek yâni.

Âbid ne yapıyor? Tek başına ibadet ediyor. Gece kalkıyor, namaz kılıyor vs. Tek başına âbid ibadetle vakit geçiyor. Ama fakih ne yapıyor? Dini biliyor. Bildiğini uyguluyor ve öğretiyor. Yanlışı da gösteriyor. "Bak şöyle yapmayın! Başınıza gelenler şundan geldi. Böyle yapın, böyle yaparsanız kurtulursunuz!" diye bildiriyor. O zaman tabii çok kıymetli oluyor. Yâni bin tane âbid bir yana, terazinin bir kefesine... Bir tâne dini bilen bir ârif, alim, din alimi bir fakih, bir mübarek evliya, zât-ı muhterem, hocaefendi nedir? Bin tane âbidden daha kıymetilir.

(Ve likülli şey'in imâdün) "Her şeyin bir esâsı, direği vardır, bel kemiği ardır, ana taşıyıcısı vardır. (Ve imâdü hazed-dîn) Bu dinin de ana direği, ana taşıyıcısı, tüm ağırlıkları çeken ve kaldıran ana noktası..." Nedir? (El-fıkhu) "Dini iyi bilmektir, din alimliğidir."

Tabii muhterem kardeşlerim, din alimleri çeşitli sebeplerle, baskı altında sapabiliyor. Yâni bilgili insanlar bazen bilgisini söylemeyebiliyorlar. Bazen de korktukları veya menfaat umdukları insanın gözüne girmek için gerçekleri bile bile değiştiriyorlar. Aka kara diyorlar, karaya ak diyorlar. Çünkü moda öyle. Yukardakiler öyle istiyor. Onların siparişine göre fetva veriyorlar. O fenâ tabii. O, dinin tahribcisi...

Asıl din alimi nasıl bir kimsedir? Allah'tan gayriden korkmaz. Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasını gözetir. Allah'ın rızasına uygun olanı firavunun karşısında olsa bile söyer, nemrudun karşısında bile olsa söyler. Bütün kavmi sapıtsa bile kavminin karşısına çıkar, "Sizin bu yaptığınız yanlıştır. Doğru yol şudur!" diye söyer. Onun için fıkıh en kıymetlidir. Bu dinin direği fıkıhtır.

Ama fıkıh da, üzerinde Hanefî fıkhı, Şâfî fıkhı diye yazılmış şey demek değildir; dinin özüdür, dinin özünü iyi anlamaktır.

Bazıları dinin özünü anlamıyorlar. Yâni Mekke'de, Medine'de bile otursa anlamıyor. Dinin özüne aykırı, yamuk işler yapıyor; demek ki dinin özünü anlayamamış. Din adamı da olsa bazen yamuk işler yapıyor; demek ki dinin özünü anlayamamış. Üniversiteden mezun, kapı kadar beş tane, on tane diploması olsa, doktorası, doçentliği, profesörlüğü olsa, yamuk söyledi mi, çarpıttı mı; demek ki hakîkîsi değil, kıymetlisi değil.

Habîbün-Neccar gibi, hani Yâsin Sûresi'nin ikinci sayfasında ashâb-ı karyenin macerası anlatılıyor. Lütfen orayı kardeşlerimiz hatırlasınlar, bilenler; okumayanlar da okusunlar! Kavim Allah'tan gayri putlara tapıyor. O da kavmini ikaz ediyor: "Yanlış şeylere tapıyorsunuz, yanlış yerlere yöneliyorsunuz. Doğruya yönelin, doğruyu yapın!" diyor. Ne yapıyorlar onu?.. Şehid ediyorlar.

Çeşitli rivayetler var. Yâni maceranın sonuncunun ne olduğunu çeşitli rivayetler var, farklı rivayetler var ama Cenâb-ı Hakk söylüyor; cennetlik olduğunu, Allah'ın rahmetine erdiğini, ahiretinin çok iyi olduğunu Yâsin Sûresi'nde bildiriyor.

O halde hakkı söyleyelim, eğri otursak bile doğru konuşalım! Hakkı destekleyelim! Dinimize hizmet etmeye çalışalım, Kur'an'a hizmet etmeye çalışalım!

Evlâtlarımızı müslüman, mütedeyyin yetiştirelim! Çünkü onların hesabı annelerinden, babalarından sorulur. Annelerin, babaların ihmalleri varsa, cezası verilir. O bakımdan anneler, babalar evlâdlarını her ne pahasına olursa olsun mutlaka ve mutlaka dini iyi bilen, dinde fakih olan, takvâlı evlâtlar olarak yetiştirmeli!..

Bir insan oduncu olabilir Yunus Emre gibi, ümmî olabilir. Peygamber Efendimiz de ümmî idi. Ama dinin inceliklerini bilip doğru düzgün sağlam bir anlayışla, tertemiz bir imanla güzel kulluk edebilir. Yâni bu tahsil meselesi değil. Tahsiller bazen güdümlü, baskılı olunca, temiz fıtratı da baskı altında değiştiriyor. Onun için mühim olan dinin özünü doğru anlamak...

Bu nasıl olacak? Kur'an-ı Kerim'i tam okumakla, özellikle Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerini okumakla... Kütüphanenizdeki hadis kitaplarını okumazsanız, iki elim iki yakanızda hocanız olarak!.. O kitapları okuyacaksınız! Okunan sayfalara işaret koyacaksınız, bu sayfaları okumuşum diye, çoluk çocuğunuzla bitireceksiniz. Hem o kitaplar iki yakanıza yapışır, davacı olur; hem Allah hesabını sorar, hem de ben de hepinizden davacı olurum!..

Lütfen dini doğru öğrenmek istiyorsanız, çarpıtılmadan, yamultulmadan, rayından çıkartılmadan, şirâzesinden çıkartılmadan, zıvanadan çıkartılmadan doğru öğretilmesini, öğrenilmesini, anlaşılmasını istiyorsanız, Peygamber Efendimiz'in sahih hadislerini cân u gönülden öğrenin, okuyun, okutun!..

Kur'an-ı Kerim'i öyle iyice okuyun! O zaman anlayacaksınız. Kur'an-ı Kerim'de, Fâtihâ'dan başlıyor, Bakara'dan başlıyor -- Kur'an-ı Kerim sohbetlerimizde hatırlayacaksınız takip ediyorsanız-- eski kavimlerin nasıl yanıldıkları, doğrunun ne olduğunu Kur'an-ı Kerim'de Cenâb-ı Hak ayet-i kerimelerde çok güzel bildiriyor.

Hiç kimsenin kaçamağı yok. Diyecek ki belki birisi: "Ben Kur'an'ı bilmiyordum, okumadım..." İşte okumamak, bilmemek mazeret değil. Ondan dolayı ikinci bir defa cezalandıracak Allah!

Onun için lütfen mecmua okuyacağınıza, resimli roman okuyacağınıza, yaz tatillerinde gevşek gevşek pelte gibi boş vakit geçireceğinize, yaz tatilleriniz ayrı bir mektep olsun, eğitim olsun... "Kışın okula gidiyor çocuklarımız, yoruluyor." diye yazın tatile götürüyorsunuz; o zaman da orası din mektebi olsun... Orda çocuklarınıza, kendinize, hanımınıza dini öğretin! Kendiniz de bilmiyorsanız öğrenin! Biliyorsanız, çoluk çocuğunuza uygulamalı olarak öğretin!

Burda Avustralya'da Elhamdü lillâh kardeşlerimiz sabah namazına çoluk çocuklarıyla geliyorlar. Bir kardeşimiz üç-dört çocuğuyla geliyor. Biz de hepsine, "Aferin!" diyoruz, "Mâşâallah!" diyoruz. Aferin, sarık sarmış, takke giymiş, tesbihi elinde sabah namazı camiye geliyor.

Onun için bu hadis-i şerifleri can kulağıyla dinleyin, mûcebince amel eyleyin ki Allah'ın rızasına eresiniz, Peygamber Efendimiz'in şefaatine mazhar olasınız...

Ahirette Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz'e komşu olmayı cümlenize nasib eylesin... Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi, cümlemizi müşerref eylesin... Geçmişlerimize rahmet eylesin... Kalanlarımıza tevfîkini refîk eylesin...

Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a'lel vehhâb... Sübhâneke lâ ilme lenâ, illâ mâ allemtenâ, inneke entel-alîmül hakîm... Sübhâne rabbinâ rabbil-izzeti ammâ yesifûn... Ve selâmün alel-mürselîn... Vel-hamdü lillâhi rabbil-âlemîn...

Allah hepinizden razı olsun... Hepinizi sevdiği, razı olduğu kullar eylesin, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

20. 08. 1999 - AVUSTRALYA